19'u, 20'si

çekmiş kolların
solmuş gözlerin
ağır bir çamaşır suyu kokusu
saçlarında.
tel tel dökülüyorlar.
içine su dolmuş senin,
içime su dolmuş benim.
boğuluyorum,
bu anlamsızlıktan.
sayfalar kapanıyor
tek tek
ve bir rüzgar dalga geçer gibi
dalga geçer gibi üç sayfa birden
on sayfa birden itiyor.

raftaki hatıranın kenarında bir çizik
içindeki çizik gibi
kalmış, sürülmüş o anı günlük sevgilerden
hatta saygılardan, eski bir şapkaya duyduğun
naftalin kokan.

süzüldü yine içimden
o garip, eksik haz
bir merak.
bu kesik cümleleri kurduğum gibi
eksik kaldı bir yerimde
aynı sigara içmek için ışığı söndüren bir dede gibi.
kulağına fısıldadığım
bir dede gibi. bir dede.

tökez
ağır çekimde, düşemiyorum
bir türlü düşemiyorum
usanıyor insan.

gülemem, kayıp şarkılar var
elleri bile yok
gözleri bile bende
sesi bile, denizin dibinde.

kaldı ki
sen olsaydın
çağrışımlarıma uyanamazdın zaten
çağrışımlarımı uyandıramazdım zaten
ve zaten, uykum da kaçtı sonunda..


Öyle öyle öyle
küçüğün pırıltısı kaçtı, susuyor
konuşturmuyorsun ki
kim konuşturmuyor
kusamıyor boğazında kalmış
yara varmış

başı döndü otururken hava da soğudu
okurken uzaktakini, içini bilmeyi dilerken
öyle öyle öyle bir iç ki
kokusu da duyuluyor sesi de
görülüyor, diyor ki sesim görülüyor
görünüyor bana, ne mutlu bana
böyle, büyüyor.