dönüşmek üzere düşünmeye karar veren serçeler
susan kimseler.

kimseyle konuşmadı.
hiçbirini bırakmadı
yalandı yalan söyledi annesine ve
ah

küçük bir sahnede
dimdik durup ağladı.

insanlar var bazı
masmavi böyle içi akıyor gibi
parmağını uzatıyorsun
çarpıyor eline acıtmadan kaldırıyor bütün tüylerini
soğuğu
bir adım ötesindeki boşluğu
boşluk değil tekinsiz
bilemezsin.
insanlar var bazı,
boşluğunda durduğun tekinsiz.
ama güvenli önündeki akan mavi
uzatırsın elini
ve birleştirir tüm etlerini
parmakların diğerlerine yapışır
boynun kalınlaşır kolların memelerine düğümlenir
dizlerin düzleşir.
insanlar öpüşünce
dişleri erir.
köpek dişi düzleşir
azı dişi kuşatılır tükürük mermileriyle.
mavi beden gölde
süzülür öylece
buradaki nehirden bir yere
bir yerlere.
bütün ellerim parmaklarım boyalı bomboyalı bombok
musluk çok uzakta kaldı

ah bu manasızlıklar
yorgun gözlerim ağzıma küfrediyor
ağzım susuyor.

dalgaların uzak dalgalarını gördüm uzaktan.
siyahın tonlarıydı ve koyu mavinin
açık siyahtı çizgileri ve koyu siyahtı içi
uzaktı uzaktaydı elimi uzatsaydım tutamazdım
eğer ölmezsem, yine buradayım.

dilimdeki küçük tırtıllar teker teker yandılar
canları pek acıdı
kül olmaya bir kala soğudular

sonra yine yandılar baştan aşağı
ve canları çok acıdı
kül olmaya yarım kala soğudular

ağladılar tırtıllar bağırarak
ta ki biri klavyenin sessiz tuşuna basana kadar
dün dü da ha sa bah
şim di ak şam.

şim di dün ol du bu gün ak şam.

gece var bugun akşam.
yastık gözüme batıyor şimdi uyku.
şimdi sabah o zaman 
hemen sabah

hem sa bah he men sa bah
he men kah val tı o za man

bu zaman hemen sabah
bu zaman hemen zeytin
şimdi hemen peynirdi o za man
yarın peynirdi.

ha ya rın sa bah
ha bu ak şam.
hiçbir şey demesem daha iyi.
üflüyorum tenime gelmeyecek birileri sönüp dumanında kaybolacak izi
başım dönüyor midem bulanıyor erken erken
susuyorum ve susuyorum
söylüyorum ve söylüyorum artık olmayacak birileri
başım dönüyor ve bağırıyorum herşeyi umrumda değil
bağırıyorum susana kadar ve kusana kadar hepsini
dinlemesen de
belki sana değil kendime bağırıyorum tüm bu zırvaları
evet kesinlikle kendime söylüyorum kendime görüyorum tüm o rüyaları
kabuslarını kendime hissediyorum
kendime korkuyorum.
sen arıyorsun ama benim kafamda sinekler vızıldıyor otururken
gereksizliğine yanıyorum başka şeyler varken
gereksizliğime pişman oluyorum ben
sen giderken hep.

he don't love you any more

so pick up off the floor.


malgre

ben değilim o
olur mu saçlarının arasına dokunmadan güneşe çıkmak
papatya kurur
ellerim sararır saçım yerine.

dilimde ne var
her söyleyişimde o harfi dişlerim acıtıyor.

boşveriliyor günlerce haftalarca bir sıcak 
nasıl olsa giyeriz biz patiklerimizi 
nasıl olsa giyeriz kazaklarımızı 
ısınırız sensiz de, ısınırız bizsiz.

bu göndermeler artık içime gönderiliyor orası yerine
içimi kemiriyor
sarı posta kutusundaki zarflar birikiyor 
sarı posta kutusundaki zarflar hiç bir yere gitmiyor.
sen kabus görüyorsun beni arıyorsun
sana rüyamı veriyorum, istemiyorsun.

remember when you loved me.

lay your head where my heart used to be
hold the earth above me
lay down in the green grass
remember when you loved me..

öz boşa geçmiş

bir şeyleri bir yerlere tıkıştırdık,
geçti ömür

bir şeylere bakıyoruz
öz geçmiş,
öz boşa geçmiş

şeylerimiz çok anlamsız,
çok anlamsız geçti ömür 

bir yaşamı bir yerlere tıkıştırdık,
geçti zaman

bir şeylere bakıyoruz,
salak salak ..
gelip geçiyorken ömür ..
Ferhan Şensoy


nedenini bilmiyorum ama canım çok ağlamak istiyor.
topuklu ayakkabılara kafam girsin.
kendinden geç şarkı söylerken
ağzın gözlerin yüzün yamulsun
yumuşsun
biri oraya diğeri başka yere kaysın
çirkin ol yeter ki ama güzelsin işte
kendinden geç şarkı söylerken.

fransızca bağırana kadar.

rüya görene kadar demişlerdi. öyle tek tük ama. hiç tam göremedim. bütünü edemedim.
ama bağırana kadar işte, o kesin.
çığlık atıp ağlayana kadar fransızca ve gülene kadar, kahkaha atana kadar fransızca.
bu daha çok merak.
ben dile aşık olmak isterim aslında, onu söylemeyi. onu susmayı hatta.
kelimeleriyle kavramlarıyla düşünmeyi, yollarından geçmeyi kıvrılarak, bazen gevelemeyi.
bu da öyle birşey, ben oui demek istemek her boka. bütün klişeleri kullanmak. sonra da küçümsemek bütün başlangıçla ortanın arasında.
yoksa sınırlar, milliyetçilik, bayrağa sevgi falan
"amca ben bayrağımı özledim" dediydi biri.
şaşırmıştım, kızmıştım.
ben dili özlüyorum. öyle bir şey ki dilim döndüğünde çok mutlu oluyorum.
ııı lamayı, ünlemlerini, ayy ya da oh ya da öf veya eyvah demeyi
putain ya da allez ya da ben ouiii veya noooon diye bağırmayı
j'aime demeyi, je t'aime demeyi
seviyorum ulen demeyi.

"çatıda bir insan var, beni bul, beni terket" derken o, ben..

müziğin ruhuna kapılsam evirip çevirip bir güzel sevse beni. içinden gelene aşık olmak içinden gelen için ölmek
belki de dünyanın yarattığı sanrının yarattığı
ama o sanrıya inanmak
illüzyonların en zararsızına, düşününce tam tersi ama
yine de kapılıyorum ben evet kapılıyorum
bu oyuna
bebeklerimle oynamayı seçiyorum altın kaplamalı kalem almak yerine
şizofrenin duvara kazıdığı adamdan yapmak
adamlar yarattığımı sanmak istiyorum.
bu dinlediğim sesleri çıkarmak
çıkarmak bağırmak çığlık atmak dans ederken kendinden geçmek.

arada sırada böyle iletişmeler dayanışmalar isteyen
çocuk
hep çocuk kalacak
tatminsizliğinden ve her an şaşkın bakışlarından

çünkü o ayakların bacakları var
o bacakların gövdesi
gövdenin kolları
gövdenin kafası
o bedenin çocuğu var
o bedenin çocuğu

çocuğun çığlığı var ama.
ama çocuğun kafası
çocuğun gövdesi
kolları
bacakları, ayakları var.

şimdi hangisi ben çocuk
hangisi çocuk ben.

orası yok

noktasız dedim noktalı diyemem artık lüzumu da yok harf dışında işaretlerin
ormanın kaybolduğu bir yerde ne kadar insan kalabiliriz bilinmez ama
biz burada hala yollar döşemekteyiz
hala arabaları parlatmakta, kökleri yerlerinden söküp pis cilalarımızı sürmekteyiz.

hiç tanımıyorum ama öyle tanıyorum ki
hiç bilemiyorum ama öyle biliyorum
öyle hissediyorum ki.
hayalimin ağaçlarından
birleşmiş her yerde
her yerde insan
her yerde hayvan
çiçek.

ağlıyor insan. duygum var ne sikimse nereden geldiyse
çıkıyor atıyor kendini bir kenara
süzülmeden adeta patlıyor kulaklarımdan burnumdan gözlerimden
gözyaşlarından teselli yağmuru yağıyor.

cenaze kılığına girmiş namaz kılığına oruç kılığına girmiş
takke takmış kafasına kafası yok
kafası sağolmuş başı sağolmuş bencil misin
bencilim
bencil
e benciliz işte nolur beni yanına al yasak meyvenden yemem ne olur beni dizinin dibinde tut huriliğimi bilirim ben

küfür ettim estağfurullah dediler.

senin estağfurullahını yerim lan ben. sen kimin piçisin ?

bu ana'nın bize ettiklerinden
eline veriyorsun
tecavüz ediyorsun ey insan
ey insan sen tahrip ediyorsun
vuruyorsun dövüyorsun yok ediyorsun
sonra
sen kendini de yok ediyorsun.

aptal mısın nesin?



Estağfurullah !
anlamsızlığından öleceğim bir vazife olduğu iddia edilen siktin yeşili faşistlik
kimi zaman bana dönme dolap bulduruyor
ya da bir salıncak ama çok sallanınca mide bulandırmayan.

midem bulanıyor.
ama çok döndüğümde değil çok durduğumda bazen.
artık vazifeye bile inanmadığım zaman da terk ediyorum başkalarının kazanımlarını
ihtiyaçlarını, doğrularını.
yalnızca dönüyorum dönüyorum ellerimi sallıyorum kollarımı sallıyorum boşluk sandığım bileşim içinde
renklerimi bembeyaz bir sayfaya atmak zorunda kalmak değil
simsiyah ya da yemyeşil ya da tupturuncu hatta delikli ve hatta tümsekli.
ağaca yaprağa bir peçeteye suyla değil hatta tükürüğümle

galiba
ben
ba
li
ga.

uyusana artık

bir dostsan, gayrı için hür içimde
sesine kulak kesilirim
her iç edişinde
her of çekişinde. 
ısınırım soğukken bir masalın ortasına
oturuveririm yanına
sağıma soluma bakmadan geçerim karşıdan karşıya

nasıl olsa hiçbir araba
ezmez, ezip geçmez beni burada
hiç kimse dokunamaz yarama
bir dostun yağmurunda

gülmek var
penis diye çığlık atmak.

dost dostluğunu bilmeyip 
gece sana bakıyor ki
ummadığın

iştesıçtığınan.
uyu artık
uyu artık

utanacak bir şey yoktu

utanacak bir şey yoktu dünyada
aramızda soyunanlar vardı
ama utanacak bir şey yok.

imgem bırak düşlere kalsın
hatırlara resimlere çizimlere
fotoğraflara kalsın bırak.
gözün değdiyse eğer
içinde kalsın.

gece olsun her yer
içine boşalsın dışına taşan
tekrardan.
içine baksın işte ekstra gösteren ikea aynasından.

baksa bile, yalan söylemesin, yalan söylenmesin, çünkü zaten biliyoruz hep doğruları

bak şimdi

niyetsizlik bir tarafa, görünmüyorsun. aynada yoksun.

gizli belirtilerdi sakladığım sürekli cebimde
deliyor muyum
deliriyor muyum sence?

bu ithaflar, bu ithaflar, artık niye..
artık niye...

çirkin şeyler, çirkin ruhlar

reklam yapmayı çok iyi bilen kafaların sessizliği de çok tekinsiz oluyor. ben kendimi tanımak istemiyorum
kimse kendini tanımıyor
hiçbir şeyin değişmeyeceğini bilmek yine de ilham kaynağı
umutsuzluk kendi kendini besliyor
reklam, o hırsın yakıp kavurduğu bok çuvalında da çürüyor
kokusu geliyor.
hiç bir şey söylenmesin artık cevap yazılmasın soru sorulmasın cevaplar hakkında da sorular hakkında da konuşulmasın. eller saklansın şapkalar uzatılsın gözlere bakılmasın gözler kapansın.
iç titremesin artık umut edilmesin cayılsın vazgeçilsin gözdengeçirilsin ve yine
unutulsun, vazgeçilsin ve unutulsun.
kafayı yere koysun ayakkabılarını kapının önünde çıkarsın tırnaklarını yemesin
tırnaklarını hiç yemesin.
içi titremesin.
içi
içi
içi
titreme.

ne hakkın vardı, bu ne cüret, bu ne cesaret, bu ne saçmalık ey dost

geldiysen işaret ver! ey ruh, kendine gel. ey ellerin!
daha üşümemişler, biliyorsun. daha üşümemişler.

canın sıkılmış senin.
sonlar hep zaten birmiş. bitermiş ve gidermiş gibi
serzenişim de kendimeymiş.
sonsuz sabır taşı olmuşum da keyfim yerinde miymiş?
haber verilmesin küçük sokaklar zaten burası, içim daralıyor.
duvarlara tecavüz eden insanlar ellerime dokunuyor.
bak,
evimde kalmayan bir kokudan yola çıkıp
hikaye anlattım insanlara.
duyan var mı bilmiyorum
ama ölen varmış.
ben değil miyim
o duran
duran duran karşında duran
bakan arada tavana
senden daha az
ondan daha fazla. onlardan

parmaklarım bir fotoğraf oldu
dökülmeyecekler arkandan
pilavlar ağlamayacak
tek tek
bağıramayacaklar
sesleri duyulmayacak.

yerçekimli karanfil, bir gün verilecek ama
o gün ben olmayacak
sallanıyormuş el ayak göz kaş dudak
duman.
tütüyormuş içinde, bir evin dışında.
seslenmiyormuş, ses hiç vermiyormuş
kafama kazınan
o eski hal
krem karamel gibi mütemadiyen titreyen
o eski zaman
el, ayak, göz, kaş, dudak
duman.

besliyormuş içinde bir tavşan.
evet o yakınlık bana iyi şeyler çağrıştırmıyor ne de olsa insan hayal ediyor oysa hayal iyi bir şeydi iyi hissettirirdi ben böyle olsun dememiştim ki hayal etmeyeydim iyiydi. ve sonra düşündüm ki yine de olmazdı bu kadar dikiş tutturamazdı beynim beni kevaşe belledi dedim çok ayıp olur mu öyle şey dedi ben bilmem beynin bilir evet bu da çok iğrençti. kestim öldün demek isterdim. ama benim pipim yok ki. ve bu kadar yüzeysel olmak istemezdim yüzeysellikten öleceğim çarpan kalbim bıdıbıdıdbıdıbıdıdb. sessiz harfler silsilesi bir kadın gelir ve o kadın bildiği bütün sessiz harfleri söyler evrendeki sessiz kelebekler de uçup gelir, sessiz harfler sessiz şeylerdir. ses çıkarmadan her şeyi hallederler ya da ses çıkarmadan her şeyi unuturlar ya da sessiz  harflerle sevişirler.
sessiz harflerle sevişmek için sessiz bir kelebeği alıp mideye sokmak gerekir. bu çok zor bir harekettir, çünkü o sessiz kelebekler zıttırıley ormanının hömbürteç bölgesinin fosur ağacında yaşarlar ve bu ağaca çıkıp sessiz kelebek almak için önce fısıltı merdivenini bulup onu kullanmak gerekir.
merhaba.
konuşalım
selamlaşalım
görelim ki elveda desin bütün dedecikler
tüm fıstıklar fındığa dönüşsün kar yağarken
konuşalım
görüşelim.

elveda.
bir daha
olmaz herhalde
oyunlar bittiği anda
bütün bademler karardı bir gezegenin yanında
ben çiçeğime tutunamadım, tek yaprakla toprağa tutunan
ve hoşçakal dedim
sonra da elveda.

havaya düşerken
daha doğrusu havasızlığa
beni çarptı biraz,
elimde olmayan cesaretler bu yaz sıcağında
parmaklarımdan yağdı yağdı kendime
yüzümü gözümü çizdi
çizikleri
aynada bana görünmedi.

bir yere oturdum bir ayağa kalktım
annemle, öğretmenimle deve cüce oynadım
senle cüce.
şapkanı aldım, arkama sakladım.
henüz vermeyeceğim, henüz vermeyeceğim.
şapkanı aldım, içime sakladım.

daha vermeyeceğim.
çoktan
içli dışlı olmuş
hatta sararmış, sünmüş giymekten
koklamaktan kokusu bitmiş

yeni bir koku yaratmış zihnin
eskisiyle aynı
uzun bir süre yoklamayınca kaybolan
nankör
küsen ve bir daha hiç geri gelmeyen
asla geri dönmeyen.

işte o
bağırıyor bana
uzaktan uzaktan el sallıyor
dalga geçer gibi, hatırlatıyor hepsini
her şeyi
hepsini ve her şeyi.

sanallıktan ölecektik
bir o kadar da gerçeklikten
yakınlıktan ve uzaklıktan ölecektik
sen beni öldürdün, gitmemekle
gitmekle ve kalmamakla
kalmakla da, gitmemekle de.

saçmalıyorsam ona saçmalıyorum
saçmalıyorsam kendime
kime ne.
ben yine kapadım gözlerimi
görmüyorum hiç görmüyorum
deliksiz ve takılmıyor ele ayağa
bir soru bir cevap bir kural
düşüyorsun içime
ben de.

kapadım gözlerimi de
uçuyorum bir bak
mor ellerim işaret ediyor hep
izi kalıyor yanağında
kirpiğinden bir damla
takılıyor yolda ve
düşmüyor bir süre, silinmeyi bekliyor

artık dönelim güneşli bir şehirde
deniz var sanki
yanık ten kokusu
var
bakıyoruz titremiyorum
zaten sıcak
titremiyorum işte
alıştım
alışmak istiyorum
yalan yok.
dışarı taşsın istiyorum
her hayalci
bir şarkı söylüyor
öyle içinden ki dışına taşıyor
öyle içinden ki dışıma..

melodi uçtu
melodi kaçtı
burnumdan bir sinek gibi
ağzıma bir böcek gibi
böcek uçtu
böcek kaçtı

eller böyle söylüyor
dili donmuş, dil hiç donar mı ?
dili böyle söylüyor
elleri buz kesmiş, dili ısıtıyor yine
dili bırakıyor
dil yine uçuyor, uçuyor
burnumdan giriyor
ağzımdan çıkıyor
gözlerimden giriyor
içime konuyor.

büyüyor, büyüyor kocaman oluyor
kocaman abi oluyor
arabanın arka koltuğuna sığmıyor artık
rugan ayakkabıları küçük geliyor
mavi eldivenleri
artık eline sığmıyor

eli büyüyor eli büyüyor
kocaman oluyor
aynı anda 11 tane kalın kuru boyayı tutabiliyor
ellerini çırpınca artık çok ses çıkıyor
ağlarken yüzünün tamamını kapatabiliyor
gülerken, ellerini kocaman açabiliyor

kondu ya içe bir böcek
bir dil oldu
güneş düştü kenarına
tohum oldu
büyüyor, büyüyor.

19'u, 20'si

çekmiş kolların
solmuş gözlerin
ağır bir çamaşır suyu kokusu
saçlarında.
tel tel dökülüyorlar.
içine su dolmuş senin,
içime su dolmuş benim.
boğuluyorum,
bu anlamsızlıktan.
sayfalar kapanıyor
tek tek
ve bir rüzgar dalga geçer gibi
dalga geçer gibi üç sayfa birden
on sayfa birden itiyor.

raftaki hatıranın kenarında bir çizik
içindeki çizik gibi
kalmış, sürülmüş o anı günlük sevgilerden
hatta saygılardan, eski bir şapkaya duyduğun
naftalin kokan.

süzüldü yine içimden
o garip, eksik haz
bir merak.
bu kesik cümleleri kurduğum gibi
eksik kaldı bir yerimde
aynı sigara içmek için ışığı söndüren bir dede gibi.
kulağına fısıldadığım
bir dede gibi. bir dede.

tökez
ağır çekimde, düşemiyorum
bir türlü düşemiyorum
usanıyor insan.

gülemem, kayıp şarkılar var
elleri bile yok
gözleri bile bende
sesi bile, denizin dibinde.

kaldı ki
sen olsaydın
çağrışımlarıma uyanamazdın zaten
çağrışımlarımı uyandıramazdım zaten
ve zaten, uykum da kaçtı sonunda..


Öyle öyle öyle
küçüğün pırıltısı kaçtı, susuyor
konuşturmuyorsun ki
kim konuşturmuyor
kusamıyor boğazında kalmış
yara varmış

başı döndü otururken hava da soğudu
okurken uzaktakini, içini bilmeyi dilerken
öyle öyle öyle bir iç ki
kokusu da duyuluyor sesi de
görülüyor, diyor ki sesim görülüyor
görünüyor bana, ne mutlu bana
böyle, büyüyor.